Konusu: ”Moonfall, ayın yörüngeden çıkıp, dünyaya doğru yaklaşması karşısında insanların yaşadıklarını konu ediyor. Dünya büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Gizemli bir güç Ay’ı Dünya çevresindeki yörüngesinden çıkıp, Dünya’ya doğru hareket etmeye başlamasına neden olur. Çarpışmanın gerçekleşmesine sadece haftalar kala NASA yöneticisi ve eski astronot Jo Fowler, dünyanın yaklaşmakta olan sonunu önlemek için bir çözümü olduğuna inanır. Ancak ona sadece astronot Brian Harper ve komplo teorisyeni K.C. Houseman inanır. Üçü, sevdiklerini geride bırakarak neredeyse imkansız olan bir yolculuğa çıkar. Onların kurtarma görevlerinde ay hakkında öğrendikleri, akıllarını alt üst edecek ve olaylara yepyeni bir ışık tutacaktır..”
IMDb: 5.1
Yorumum:
En risksiz konuya sahip olan (Dünya yok olacakken Nasa kurtarıyor) tipik bir klasik anlatı sineması tarzıyla hazırlanmış bir yapım olsa da ritminin iyi tutturulduğunu böylece heyecan, gerilim ve aksiyon ögelerinin tadında verildiğini söyleyebilirim.Bu sayede seyirciye ”Evet biliyoruz filmimiz klişe ama en azından sıkıcı değil.” imajını verdilği su götürmez bir gerçek.
Dünya’yı kurtarmalarından, kıyamet senaryolarından gına gelmiş bir seyirci olarak ”Bu film bize artı ne katıyor?” diye kendi kendime sorduğumda tutunacağım dal; 2016 yapımı Arrival filminde ki felsefeye benzer bir tarzı (Çokta derin olmayan bir nüans ile) bu filmde de görmekteyiz. Bu etki insanı düşünmeye, filmin bütünlüğü ile sorgulamaya itiyor.
Yorumumun bu kısımdan sonrası spoiler içermese de (Anlatımım için gerekli örneklerde filmin akışına etki etmeyecek derecede spoiler vardır) kısmen anlamsal analiz yaptığım için filmi izledikten sonra okumanızı tavsiye ederim.
Filmimiz net bir sıcak açılışla başlıyor böylece yönetmen direkt olarak seyirciye merak unsurunu verip ”Filmin derdi bu!” diyor ama derdini anlatırken bize gösterdiği; toplumdan neredeyse dışlanmış bireyimiz K.C. Houseman, boşanmış astronotlar, bakım evinde kalan alzheimer anne… yani aslında toplumun ne kadar dağıldığını, neye önem verip vermediğini minik kırıntılarla bize gösteriyor.
Tüm bunları yaparken Matrix ile efsaneleşmiş ”Kırmızı hap mı mavi hap mı?” metaforuna daha filmin başlarında yer verilmedi ilerleyen sahnelerinde ”Gerçeklik ile bize sunulan” arasında bir seçim yapmamız gerektiğini yani aslında filmin çekirdeğini oluşturan o sorgulayıcı bakışa harika bir gönderme yapıyor. Bu detayla bile genel sorun ortaya çıkıyor ”Gerçeklik ne?”
Eleştirilen ”Gerçeklik” kavramı sadece varoluşçuluk ile ilgili olmadığını bu diyalog sahnesinden anlayabiliyoruz. Yönetmen herkese sunulan gerçekleri de kendi bağlamında manipüle edip ünlü ”Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım.” sözüne dem vuruyor ve ortaya yeni bir soru atıyor. ”Peki bize sunulan bu gerçek, gerçek mi?”
Gelelim kilit notkasına ”Yaratılış” hikayesinin yeniden temellendirdiği yani aslında filmin ana derdini ele alalım.
Yönetmen sıradan bi Alien tarzı uzaylı bir yaratık yaratıp Dünya’yı yok etmeye çalışmaktansa daha üst bir akıl üretip gezegenleri yok eden ”İstenmeyenin” yine yaratıcıların kendi elinden yanlışlıkla çıktığını söylüyor.
Aslında bu söylemlerin hatta hikayenin tamamı (film bize bu bilgiyi salt olarak vermese de) Kardashev’in Ölçeği (Wikipedia bilgisi için tıklayınız) teorisine dayanıyor.
Şöyle ki; Şuan insanlık Tip-1 medeniyet ölçeğine bile ulaşmamışken Tip-2 medeniyetine ulaşmış atalarımız tarafından yaratılan yapay uydulara insanların bilinçlerini aktararak biyolojik varlıklarına son verip sosuz yaşama elektronik ortamda devam ediyorlar ve gezegen yaratmak için de yaratılan gezegene biyolojik imzalarını tohumlarayarak orada bir biyolojik yaşam formu oluşturuyorlar. Buraya kadar her şey tamam. Film bize bunu anlatıyor. Bu söylemiyle ”Din” olgusunun tamamen dışarıda bırakıldığını anlıyoruz fakat şöyle bir problem var ki insanlığı elektronik ortama tranfer edip, Dünya yaratan bu Tip-2 atalarımız 3 tane astronata gebe kalıyor ki sözüm ona ”Canavarı öldürsünler” diye. Olmuş mu bu şimdi? Olmamış.
Yönetmen bir teoriye göre filmini, derdini temellendirmiş olabilir ve bunu anlatırken de fikirde mantık aranmaz tamam ama senaryoda kurguda aranır 150 milyon dolar maliyetli bir film ise kesin aranır. Ben alt metin okuyup keyif almaya çalıştıkta mantıksızlık bir sağdan vurdu bir soldan vurdu.
”Kendi dünyasında dışlanan karakterimiz K.C. Houseman Tip-2 insanlığa göre kahraman oldu demek ki insan isterse her şeyi başarabilir.” demek isterdim ama onu da diyemiyorum çünkü insanların bilinçlerini dijital Dünya’ya aktabilen atalarımızın komik çaresizliği buna engel oluyor.
Artık film şirketleri tek bir görsel efekt şirketiyle çalışmıyor. Projeleri yetişsin/daha hızlı bitsin diye birden çok şirketle aynı anda çalışıyorlar [Arada 12 yıl olmasına rağmen görsel efektleriyle The Lord of the Rings sersinin Hobbit serisinden daha kaliteli gelmesinin sebebi de aynıdır] bu yüzden her sekansın efektleri bibirinin aynı kalitesinde olmuyor. İşte bu sorun Moonfall’da çok bariz göze çarpıyor. Bir sahne çok tatmin ediciyken, bir sahnenin efektri gülüç kalabiliyor.
Tüm olumsuz durumlara rağmen ailecek izlenebilecek türde bir yapım.
İyi seyiler dilerim.