Son zamanların en popüler dizisi olan Squid Game sonunda bitti. Çokça konuşulduğu ve tartışıldığı üzere; evet bir kaç yılda bir benzeri bir konu ile karşı karşıya kalıyoruz. ”Yaşamak için öldür.” bu hayvansal içgüdü insanlarda da olduğundan ve sinema sektöründe çokça tuttuğundan onlarca örnekleri mevcut. Bu çıkarım da şu soruya sebep oluyor: ”BU diziyi ayrıcalıklı kılan nedir?”
Dizinin kalitesini ve içeriğini bir kenara bıraktığımızda pandemi ile değişen dünya düzeni, insan alışkanlıkları ”Platform üzerinden (Netflix, Amazon Prime vb….) üzerinden dizi/film izlemenin çok yaygınlaşmış olması, son dönemlerde çok başarılı işler çıkaran Kore’nin etkisi olması, popüler kültüre ayak uyduran bir yapıda olması. Bu dizinin 2008’de kaleme alınıp 2021’de çekilmesi bu yüzden tesadüf değil. Doğru zaman bu zaman.
Dizi içeriğine gelecek olursak; koreliler oyunculuk işini gerçekten biliyor. Neredeyse tüm işlerinde böyle kaliteli oyunculuklar (ilk defa gördüğümüz karakterler dahil) görüyoruz. Duyguyu seyirciye abartılı olmadan tüm doğallığı ile geçirmeyi sanki çok kolay bir işmiş gibi yapabiliyorlar gerçekten muazzam. Oyunculukların yanı sıra kostümler, mekanlar bir başka keyifliydi orada sarf edilen emeğin karşılığını aldıklarını bilmek beni mutlu etmedi değil. Her bölümün bir sonraki bölümü merak ettirmesi, dizinin tempo ve ritminin başarıyla sağlanıp nabzı tutması hepsi kitabına uygun olarak yapılmış bu sayede keyifli bir seyir zevki sunmuş.
Yorumumun bu kısımdan sonrası net spoiler içermese de (Anlatımım için gerekli örneklerde filmin akışına etki etmeyecek derecede spoiler vardır) kısmen anlamsal analiz yaptığım için filmi izledikten sonra okumanızda fayda var.
Böyle kısmen ‘’deneysel’’ sayabileceğimiz dizi/filmler de yönetmenin esneme payı olabiliyor çünkü ‘’İzlenecek mi, para kazanacağız mı?’’ kaygısının yerine ‘’Ben derdimi anlatabilecek miyim?’’ kaygısı oluyor. Buna bağlı olarak Netflix gibi bir platformda ne kadar deneysel olunabilirse o kadar deneysel diyebiliriz.
İnsanların para=yaşamak mottosu yüzünden neler yapabileceğinin acı bir resmini gördüğümüz onlarca sahne var. Yönetmen başlarda insan psikolojisini ‘’para’’ üzerine temellendiriyor gibi gözükse de başrol karakterimiz sayesinde ‘’Seong Gi-hun’’ bize paranın değil ‘’yaşamanın’’ daha anlamlı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bu önermesinin geçerliliği dizinin ekosisteminde çok tutmasa da hafiften esintisi var. Yine de para kumbarasının tüm yarışmacıların üzerinde olması sürekli parlak ışık altında yüceleştirilmesi de ‘’Parayı Tanrısallaştırma’’ eleştirilerine bir gönderme olduğu aşikâr.
Renklerin ve sembollerin kullanımı zaten çok barizdi. Yarışmacıların giydiği yeşil renkli üniformalar Yönetmenin lise yıllarının üniformaları olmasının yanı sıra ‘’Yeşil’’ rengi de sırf bu nedenden seçilmiş olamaz. Yeşil renk sinema dilinde ‘’Umut’’ anlamını taşır. Yarışmacıları hizaya sokan pembe kıyafetliler ise yeşilin görselde en zıt rengi olarak seçildiğinden ‘’Umutsuzluğu’’ temsil ediyorlar. Yarışı kazanıp kendinize güvenseniz, içinizde bir umut büyütseniz bile ‘’Biz buradayız.’’ demenin başka bir yolu. Oyunların hepsinin çocuk oyunu olması ‘’Para için öldürmek çocuk oyuncağı’’ önermesini taşıyor ve öldürmeyi basitleştiriyor bu sayede insanlar ‘’Ben çocukken oynadığım oyunu oynuyorum, oynayamayan eleniyor (ölüyor)’’ diyebiliyor. Oyunlar yaşam ile ölüm arasında ki köprü olduğundan ‘’Çocuk oyunu’’ bu köprüyü yıkarak kendi içerisinde oluşturduğu tezatlık sayesinde renk ve anlam tezatlığına da dem vurarak dizinin bütününe bir katkı sağlıyor. Tabii ki etkin olarak yer verilmese de aralara ‘’din’’ konusu da serpiştirilmemiş değil. Yönetmenin burada ki tutumu muhafazakarlıktan uzaktı bunun nedeni az önce belirttiğim insanların ‘’Parayı Tanrısallaştırma’’ alışkanlığının gösteriyor olması. Evet din araya serpiştirilmiş ama bize ‘’Kurtarıcının kendimiz olduğu’’ önermesinde bulunmuş fakat para sahibinin yaşamı elinde tutuyor olmasına öylesine güzel değinmiş ki bir sahnede gördüğümüz ‘’Ya İsa’ya iman edin ya cehenneme gidin.’’ diye bağıran adamın ‘’Öylesine’’ olmadığını ‘’İsa’ya iman et’’ dedikten hemen sonra çıkan kartın dizinin tamamıyla nasıl bir bütünlük oluşturduğunu oluşturduğunu fark edebilirsiniz.
Çok acımasız şekilde gösterilen kadın-erkek ilişkisi maalesef 2008 yılında kalmış. (Senaristin senaryoyu 2008’de yazmaya başlayıp 2009’da bitirdiğini yazımın başlarında belirtmiştim) Dizide en iyi adamdan en kötü adama hepsi kadına ‘’Güçsüz, işe yaramaz’’ olarak bakıyor. Kadınlar da zaten dizide pekte kilit noktalarda yer almıyor. O yılların ne yazık ki popüler bakış açısı ‘’Kadın bedenini kullanmak’’ burada da kendini gösteriyor. ‘’Yaşamak için her şeyi yapabilir.’’ değil. Erkekler gücünün ve zekasını kullanabiliyorsa bir kadın toplumda yer edinmek için aynılarını kullanabilir. Bedenini kullanması (dizide oluyor) bu hastalıklı bakış açısının hâlâ öldüremediği gerçeğini yüzümüze vuruyor. Kadınların daha etkin, günümüze göre uyarlanmış güçlü bakış açısıyla yer almasını isterdim. Dizi bu konuda benden büyük bir eksi yiyor.
Hakkında yazılacak bir çok paragraf olmasına rağmen yazımı burada sonlandırıp sizlerin ekleyeceği detay ve yorumları merak ediyorum. Her şeye rağmen keyifli, güzel bir diziydi.
Tavsiye eder, iyi seyirler dilerim.