More

    The Gorge (2025)

    Konusu:
    Yüksek eğitimli iki ajan, gizemli bir vadinin iki tarafını korumak için gönderildikten sonra yakınlaşırlar. Vadideki kötülük ortaya çıktığında sağ kurtulmak için birlikte çalışmak zorundadırlar..’

    IMDb: 6.7

    Yorumum:
    Sosyal medyanın baskısıyla tanıştığım ve izlemek zorunda hissettiğim film olur kendisi. (Popülizm kurbanı olan biri daha)
    Şöyle ki; Konusu klişe üzerine temellendirilmiş olsa da gelişen teknolojiyle (projenin arkasında da Apple TV olduğundan bütçe sorunu pek yok) görsel anlamda seyir keyfi arttığından klişeyi ve kalan negatif durumları görmezden gelebiliyorsunuz. (En azından bir yere/seviyeye kadar)
    Gelişen olaylar ve filmin akışı tam olarak akşam oturup izleyip sonra da pek bir şey düşünmemek üzere kurulu olduğunu söyleyebilirim. Yine de izlerken yakaladığım alt metinleri, detayları toparladım ve aşağıda anlatacağım.
    Keyifli okumalar

    Yorumumun bu kısımdan sonrası yoğun spoiler içermektedir. Kesinlikle filmi izledikten sonra okumanızı öneriyorum.

    Bu tür filmlerin klasik açılış sahnesi olan sıcak açılış yine bizi buluyor ve kadın kahramanız Drasa’nın Belarus ülkesine ait bir uçaktan inen ”önemli” olan birine uzak mesafe atışı ile vurduğunu görüyoruz.
    Belarus’a ait olduğu da aşağıda kırmızıyla çizdiğim alanda ki bayraktan anlıyoruz. Bunu neden anlatıyorum? Çünkü ilerleyen dakikalarda hatta tam olarak filmin ortalarında Levi ve Drasa yaptığı atışları konuşuyorken mesafe konusunda atıflar yapıyorlar. Söz konusu 3.800 km ile yapılan atışın Yemen’de yapıldığını söylüyorlar. Filmin başlangıç sahnesinde ise Belarus yani Rus bağlantılı biri öldürülüyor. Kısacası yine Hollywood ve yine klasik düşmanları.


    Tüm bu suikast hengâmesi bittiğinde (Başlangıçtan bir kaç dakika sonra) karakterlerimizi tanımaya başlıyoruz. Filmin başlarında nedenini henüz anlamadığımız bir görev için seçilen iki kişi; biri ifşa olmuş bir kadın tetikçi Drasa diğeri ise işinden emekli olmuş hayattan hiç bir beklentisi ve umudu olmayan erkek tetikçimiz Levi.
    Levi’nin göreve gelirken ki tüm sürecini görsekte diğer kulede kim olduğunu çok sonradan görüyoruz yani Drasa sonradan gözüküyor. O’nun göreve gelme serüvenini göremiyoruz yönetmen burada ataerkil davranmayı ihmal etmemiş. Bu yüzden seyirci olarak Levi’yi daha çok tanıyor ve Drasa’nın sözüm ona ”dramatik perde arkasını” çokta önemsemiyoruz. Karakter derinliği açısından filmin yetersizliği burada yüzümüze çarpıyor.

    Filmin belki de en ama en harika sahnesi sadece gönderme yapılan filmlerin izleyenlerin anlayabileceği oldukça bâriz göndermelerdi. O sahnelerden o kadar keyif aldım ki sarıp, sarıp tekrar izledim.
    Şöyle ki; iki kule arası mesafe olduğundan birbirlerine dürbünle bakarak eğleniyorlar. Bu süreçte diğerlerinden ayrışan iki gönderme sahnesi görüyoruz;

    1. Sahne

    Drasa karakterini canlandıran Anya Taylor-Joy’un çok konuşulan 11 tane Emmy ödülüne ek bir sürü ödül kazanan The Queen’s Gambit dizisine direkt olarak gönderme bir satranç sahnesi.

    2. Sahne

    Levi karakterini canlandıran Miles Teller’in en çok konuşulan, 3 Oscar dahil bir çok ödül alan Whiplash filmine gönderme sahnesi (Tencere ve orada bulanan eşyalarla batari çalıyorlar)

    Her iki oyuncunun da en önemli işlerini böyle şairane şekilde filme yedirmek bana göre çok tatlı ve hoş bir başarıydı. Karakter işleyişi için kızsam da yönetmen Scott Derrickson’u bu ince hareketi için tebrik ediyorum.

    Akış her ne kadar aşk ve romantizm içerisinde devam etse de ilerledikçe hikayenin fantastik bir şekle geçtiğini görüyoruz. Yaratılan atmosfer bir an da Resident Evil evrenine dönüyor. Bu dönüşün aslında hikayeyi ne denli toparlayamadıklarından olduğu aşikâr çünkü hiç bir ip ucu olmadan hikayenin böyle keskin bir dönüş yapması daha karakterleri bile işleyememişken açıklamayacakları bir sürü soru doğurur ki öyle de oluyor. 5N1K (5N1K Nedir?) yöntemi çalışmıyor ve aklınızda sorular dönüp duruyor.

    Bu fantastik ortama girdiğimizde de bir gönderme, bir alt metin… yani sembol olabilecek pek bir şey göremiyoruz çünkü film kendini toparlayabilmek için dağılmaya başlıyor. Dağıldıkça da sağdan, soldan zombimsiler fırlıyor ne olduk abi, nereye geldik?


    Sembolik olarak yine bir inanç kapısı görüyoruz çünkü her ne olursa olsun insanlar bir yerde, bir şeylere inanıyor. The Gorge’de bunu es geçmemiş iki karakterimiz bir kilise de geziyor ve insanların siyanür içerek kendini öldürdüğünü anlıyor ama zombi olmuş kilise rahibi de karakterlerimize saldırmayı ihmal etmiyor bu sayede anlıyoruz ki yönetmen kiliseyi bir teslimiyet noktası yapmaktan ziyâde sözüm ona ”yozlaşma” atıfı yaparak karakterlerimizi kilise de savaşmaya itiyor.

    Toparlıyorum; ”Evet film alt metinlerle dolu, sembolik anlatım tekniğiyle zenginleştirilmiş ve biraz da farklı sayılabilecek romantizm/bilim kurgu detayıyla da herkesin sevgisini kazanmış…” demek isterdim ama maalesef Klasik Anlatı Sineması klişelerinden öteye gidememiş bir yapım. Sonu başından belli olsa da ben Whiplash göndermesinden sonra çok heveslenmiş neler okuyacağız acaba diye bekledikçe film aşağı düşmeye devam etti.
    Hani ”O tarafa bakma maliyet yükselir” diye bir motto var ya. Kaza olur ama görmeyiz karakter gözünü kapatır seyirci karanlıktan başka bir şey görmez, kaza gerçekleşir (sesler çıkar) ve karakter gözlerini açtığında kaza gerçekleşmiş olur çünkü karakter yaralanmıştır biz seyirciler kaza öncesi ile sonra gördüğümüz sahneyi birleştirir kazayı anlarız bu anlatılmak istenileni veren ama maliyeti düşüren taktik her konu/an da çalışır.
    Bu filmin finali de tam olarak böyleydi işte; ”Sen görmesen de olur ama mutlular işte.”

    Okuduğunuz için teşekürler,
    keyifli seyirler.

    Son Yazılanlar

    Başka Bir Sen (2025)

    Greyhound (2020)

    Önceki İçerik
    Sonraki İçerik

    İlgili Seçenekler

    Yorum Yazınız

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz